Sporun Toplumsal
Değerler Üzerindeki Etkisi Hakkında Bir Çalışma
Dr. Engin Işık Abanoz
Özet: Bu çalışmada, her yönüyle toplumsal bir mesele olan
sporun sosyolojik işlevinin toplumsal değerlerle ilişkisi konu edilmektedir. Bu
bağlamda, toplumsal yapı ve süreçlerden etkilendiği kadar toplumun üzerinde de
etkili olan sporun toplumsal değerler ile olan ilişkisinde günümüzde hangi
noktada olduğunu tartışmak amaçlanmaktadır. Sporun ahlâki değerlerin üretiminde
nasıl bir rol oynadığı ve oynayabileceği ile başlatılan söz konusu tartışma,
sporun toplumsal değerler üzerindeki etkisinde yaşanan bir kırılmaya
odaklanmaktadır. Buna göre sporun endüstriyelleşmesi, kazanma hedefinin en üst
değer olmasını beraberinde getirmiştir. Kazanmanın bu konuma gelmesi, fair play başta olmak üzere spordaki
ahlâki değerlerin hemen hepsini aşındırmıştır. Ve bu durum da toplumdaki
değerleri olumsuz yönde etkilemektedir.
Anahtar
Kelimeler: spor, spor ahlâkı,
toplumsal değerler, endüstriyel spor
Abstract: This work deals with the relationship between social
values and sociological function of sport which is a social issue with all its aspects.
Sport, both affects and being affected by social structure and processes. In this
respect, this work aims to discuss current situation about the relationship between
sport and socialvalues. This discussion is starts with the sport’s role on the production
of moral values and then focuses a breakthrough which occured at sport’s affects
on social values. Accordingly, industrialization of sport, brings with it the aim
of win as an highest value. This position of the aim of win, exulcerated sport’s
moral values, especially fair play. Therefore, according to this work’s claim,
socail values being affected in a bad manner by sport activities.
Keywords: sport, sport moral, social values, industrial sport
Giriş
Spor
dediğimiz fenomen, bedeni ve bedensel faaliyetleri aşan, biyolojik, psikolojik,
sosyolojik ve kültürel bir varlık alanına denk düşmektedir (Erdemli, 2008). Bu
nedenle sporu bahsi geçen bilim dalları ve varlık alanı türleri uyarınca belli
sorunsallar etrafında değerlendirmek ve incelemek mümkündür. Ancak sporu
doğrudan doğruya biyolojik, tıbbî açıdan ele alırken dahi sosyolojik bir
perspektife şu ya da bu ölçüde ihtiyaç duyarız. Çünkü her şeyden önce spor, “toplumsal
olarak inşâ edilmiştir”(Talimciler, 2015) ve herhangi bir bağlamda ve herhangi
bir biçimde spordan bahsederken sporla bireysel ilişkinin toplumsal açıdan neye
karşılık geldiğini, sporun toplumda nasıl bir konum işgâl ettiğini ve nihayet
sportif süreçlerin topluma nasıl etkide bulunduğunu göz önünde bulundurmak
gerekmektedir. İşte bu çalışma da sporun toplumsal değerler üzerindeki
etkilerini ve bu etkilerinde tarihsel süreçte nitelik açısından yaşanan
kırılmayı konu etmektedir.
Toplumsal olarak inşâ edilmiş olan
spor üzerinden bir “değerler transferi” söz konusudur (Talimciler, 2015). Bu
değerler transferinin bir yönü toplumsal değerlerin spora geçmesi iken diğer
yönü, hâliyle, spordaki değerlerin, bir nevi sportif değerlerin topluma
geçmesidir. Bu ilişki biçiminin birbiriyle epey iç içe geçtiği muhakkaktır.
Sporu toplumun ve toplumsal değerlerin bir modeli olarak düşünebileceğimiz gibi
toplumu da spor alanındaki görünümlerin bir yansıması olarak düşünebiliriz. Nitekim
Norbert Elias, sporu hem ‘toplumu tanımanın bir laboratuvarı’ olarak hem de ‘modernitenin
özgün bir laboratuvarı’ olarak değerlendirmiştir (Amman, 2000). Ama tabiî
burada sporun toplumsal olarak inşâ edilmiş olmasından dolayı toplumda üretilen
ve topluma ait olan değerlerin spor alanına geçişi değil de spordan topluma
doğru gerçekleşen değerler transferi çok daha çetrefilli bir inceleme olarak
karşımıza çıkmaktadır.Çünkü spor zaten toplumda inşâ edilmiş olduğundan dolayı
sporun gerek işlevsel gerek niteliksel sınırları, en nihayetinde toplumsallığın
imkânları ve ölçütleri doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Toplumun bir ürünü
olduğu ve toplumsal ilişkiler, ihtiyaçlar, süreçler gibi etmenlerle ortaya
çıkıp yeniden ve yeniden varlığı yine toplum tarafından üretildiği için spor
alanı, toplumsal belirlenimlerce domine edilmektedir. Ve bu etki böylesine
belirgin olduğu için toplumdan spora doğru geçen değerler transferinin izini
sürmek, görece, güzergâhı daha net bir iştir. Hâlbuki toplumsal bir ürün ve
fenomen olarak sporun varlığının temeli ve koşulu olan yapıyı etkileme düzeyi
ve biçimi, toplumdan spora doğru gerçekleşen değer transferi kadar belirgin
değildir. Görece daha belirsiz olan bu olgu, sporun toplumu nasıl etkilediği
gibi son derece genel ve bir o kadar da önemli soruda somutlaşmaktadır. Tek bir
çalışmada, hele ki bir makalede hakkıyla ve tüm yönleriyle cevaplanamayacak
olan bu soruyu, etki alanını “toplumsal değerler” ile sınırlayarak ele almayı
tercih ettik.
Toplumsal değerlere ilişkin
sosyolojik bir çerçeve çizip esas tartışma problemimize geçmeden önce bu
çalışmada spor ile neyin kastedildiğine kısaca değinmemiz gerekir. Spor
dediğimiz zaman sportif faaliyetlerde bulunmaya gönderme yapabildiğimiz gibi
spor müsabakalarını da kastedebiliyoruz. Ve bu sınıflandırmanın her iki unsuru
için de bir “profesyonel-amatör” bölünmesi bulunmaktadır. Öyleyse amatör
sportif faaliyet/profesyonel sportif faaliyet ve amatör spor
müsabakası/profesyonel spor müsabakası şeklinde bir farklılaşmanın bulunduğunu
ifade edebiliriz. Bu çalışmada, sporun sosyolojik anlamını ve etkilerini konu
ettiğimiz bölümlerde spor dendiğinde amatör ve profesyonel olmak üzere hem
sportif faaliyetleri hem spor müsabakalarını kastetmekteyiz. Ancak sporun
toplumsal değerler üretmesinde yaşanan kırılmayı değerlendireceğimiz bölümde
anahtar kavramlarımız “ne olursa olsun kazanmak”, “spordaki ahlâki değerler”
gibi unsurlar olduğundan dolayıdır ki burada spor derken esas olarak müsabaka
anlamındaki ve profesyonelleşmiş olan spora gönderme yapıyor olacağız.
Toplumsal
Değerler, Spor Ahlâkı ve Sporun Toplumlar Etkileri
Değer
kavramı başta felsefe ve sosyoloji alanında olmak üzere sosyal bilimlerde sıkça
işlenen, tartışılan bir konudur. Znaniecki, bu kavramı sosyal bilimlerde ilk
kez kullanan kişidir ve Latince “valare” kökünden türetilen değer kavramı,
“kıymetli olma” ya da “güçlü olma” anlamlarını işaret etmektedir (Bilgin,
1995). Bu çerçeveden düşündüğümüzde, toplumsal değerleri toplumun kıymet
verdiği davranış ve düşünceler biçimi olarak ele alabileceğimiz ortaya
çıkmaktadır. Çünkü değer, kişilerin bireysel eylem pratikleri ve tavırları ile
bilişsel süreçleri üzerinde etkin iken, aynı zamanda kişilerin içerisinde
yaşadıkları toplumun kültürel kodlarıyla da iç içedir ve bu kodları yansıtmaktadır
(Özgüven, 1994).
Değer kavramı üzerine çok sayıda
tanımlama ve yorum mevcuttur. Özellikle felsefenin sınırları içerisinde
değerler konusu genişçe işlenmiştir. Felsefî açıdan, insanın yaşamına doğrudan
etki eden olumlu ya da olumsuz, maddi veya manevi her şeyin değer kavramı ile
ilişkili olduğu savı bir adım öne çıkmaktadır. Bu sava göre bir insanın bir
şeylere inanması yahut inanmaması, tutkuları, hedefleri, ilgi alanları,
çıkarları, sözünde durup durmadığı, sevgi ve nefret hisleri, saygı kavramına
nasıl yaklaştığı ve bu kavramdan ne anladığı gibi birçok nitelik üzerinde
belirleyici olan unsurdur değer (Mengüşoğlu, 1983).
Değer kavramının sosyolojik
yorumlanması, özetle, kişilere ve gruba yarar sağlayan, kişiyi mensubu olduğu
grupta istenir bir pozisyona yükseltme işlevi olan, bireyin ve grubun ortak
beğenilerine hitap eden her şey olarak ifade edilmektedir. Değer, nesnenin
kendisinde değil, o nesneye atfedilen anlamdadır. Buradan hareketle, eğitim
süreci bir değer olarak kabul edilirken, en az eğitimin kendisi kadar kişilerin
kendileri de başlı başına bir değer olarak kabul edilebilmektedir
(Fichter,1990: 131). Toplumlarda özel kişi olsun, tüzel kişi olsun “genel geçer
olan değerlerin farkındalığı ve hayata geçirilmesi” son derece önemlidir
(Onbaşlı, 2002). Çünkü değer dediğimiz zaman insanların davranışlarına yön
veren, kararlara, eleştirilere, tutumlara yol gösteren “dürüstlük ve kişiliği
belirleyen ilkeler, inançlar ve yaşam görüşü”ne gönderme yapmaktayızdır
(Halstead, 1996). Dolayısıyla değerlerden münezzeh bir toplum düşünülemez ve
sahip olduğu yönlendirici ve önem atfedici kodlar sayesinde toplumlar ancak
değerleri ile toplum olarak kalabilirler. Toplumsal değerlerin toplumdan
topluma farklılık arz ettiği muhakkaktır ancak herhangi bir toplumun
değerlerine olan herhangi bir faaliyet alanından etkilerin, o toplumun toplum
olarak kalmasını tehdit etmesine varabilecek derecede önemli olduğunu
unutmamalıyız.
Bu tanımlamaları ve yorumları
kapsayıcı şekilde, değerlerin kişilerin yaşam pratiklerinde bir rehberlik
işlevi gördüğü açıktır. Her birey, yaşadığı topluma göre kendisi için belli
değerler oluşturur, belli değerlere uyum sağlar ve kimi değerleri de benimser. Ve
o değerlerle hareket eder. İnşâ edilen bu değerler, kişinin toplumdaki diğer
üyelerle ortaklaştığı kültür tarafından belirlenmekte ve biçimlendirilmektedir
(Bradshaw; Healey; Smith 2001). Yani toplumdan ve içerisinde bulunulan
kültürden tamamen ayrı bir değer sisteminin bireylerce benimsenmesi mümkün
değildir. Değerler, tarihsel birikimin de etkisi ile karşılıklı ve karmaşık
süreçler sonucunda hem yerleşiklik kazanır hem de benimsenirler. Bu noktada her
değerin az ya da çok ama mutlaka toplumsal olduğunu ve bu durumu vurgulamak ve
yerleşiklik kazanarak bireyleri etkileyen değerleri de kast etmek amacıyla
“toplumsal değer” kavramını benimsediğimizi belirtmeliyiz. Tabiî bu çerçevede değer
kavramının öğretilebilir ve öğrenilebilir olgulardan oluştuklarını da unutmamak
gerekir. Bireylerin şekillendirilmelerinde etkin unsurlardan birisi olan değer
kavramının, amaca uygun olarak nasıl araçsallaştırılabileceği üzerine
çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar doğrultusunda, en insani niteliklerin
başında gelen, sevgi duyma, saygı gösterme, dürüstlük, hoşgörü gibi konularda
bireyi geliştirmeyi merkezine alan belli eğitim programları geliştirilmiştir.
Değerler, yaşam pratiğinin içerisine dâhil edilerek kavranır hâle getirilebilir
ancak. Dolayısıyla yalnızca bilişsel süreçlerden ibaret olmayıp, yaşamın
içinden uygulamaları kapsayan bir eğitim programıyla da değerler kişilere
kazandırılabilmektedir (Dökmen, 2002).
Toplumsal değerleri sporla ilişkili
bir biçimde değerlendirdiğimizde sportif değerlerin ne olduğu ile işe
başlamanın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Sportif değerler dediğimiz zaman
aklımıza “sporcular, hakemler, antrenörler, gençlik çalışanları, liderler,
seyirciler ve diğer tüm paydaşların nasıl davranacaklarına kılavuzluk yapacak
olan yazılı ve yazılı olmayan ilke, kural ve yasalar” gelmelidir (Demirhan,
2014). Spora ilişkin yazılı ya da yazılı olmayan ilkelere, kurallara ve
yasalara ne derece yakın ne derece uzak olunduğunu anlamamızı sağlayan husus
ise “spor ahlâkı”dır. Sportif değerlerin toplumsal değerlerle olan ilişkisi,
spor ahlâkına yüklenen anlamlar ve bu anlamların uygulamada nasıl bir görünüme
sahip olduğu meselesi ile doğrudan ilgilidir. Spordan topluma değerler
transferini soruşturmak için spor ahlâkına bakmamız gerekmektedir.
Mehmet Şahin (1998), spor ahlâkının
neyi konu edindiğini, ne üzerinde çalışma yaptığını şu şekilde belirtmektedir:
“Spor ahlakının felsefesi ahlaksal spor uygulamalarının
bir kuramıdır. Bundan dolayıdır ki temel
olarak sporun bütün kültürel hayat içerisindeki konumu araştırılır. Spor
faaliyetlerinin ahlaksal itici güce
sahip insancıl bir uygulama olduğuna ve sportif davranışın ahlaksal eylemler bakımından kendine uygunluğu
doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiğinin ciddiyetine
dikkat çekilir. Spor ahlak felsefesinin büsbütün değil de sadece göreceli özerk
olması, bir yandan genel ahlak
(ahlak felsefesi) olmaksızın olamayacağı, öte yandan da temel oluşturmasına rağmen şu veya bu
biçimde ahlaksal spor uygulamaları araştırmalarını hedefleyen diğer bilimlerin yargılarını işlemesinden
kaynaklanıyor. Spor ahlakı, kaçınılmaz bir
biçimde var olma hakkını zedelemeden felsefi ve tekil bilimsel araştırmalara
bağımlıdır.”
Bu
alıntıdan da anlaşıldığı üzere sportif davranışların spor alanı çerçevesinde
değerlendirilebilecek belli ahlâki ölçütleri bulunmaktadır ve bu ölçütler bizim
sporun kültürel hayat içerisindeki yerini araştırmamızı sağlamaktadır. Spor ahlâkının
göreceli özerkliğine rağmen genel ahlâk felsefesi ile de birbirinden ayrı
düşünülemeyecek olan karakterinden dolayı spor ahlâkına dair daha ayrıntılı bir
çerçeve çizebilmek adına genel ahlâktan yola çıkmak iyi bir tutamak noktası
olabilir. Burada Immanuel Kant’ın “iyi niyet”e yönelik yaklaşımı, genel ahlâka
dair son derece önemli bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır. Kant’a göre
iyi niyet ya da iyi isteme, amaçlardan, başarılacaklardan ya da olası
etkilerden bağımsız olarak kendi başına iyi olandır ve bu da Kant’a göre
ahlâkın temeli olarak işlev görmektedir (Kant, 1982). Amaçtan ya da sonuçtan
bağımsız bir pratiğin ahlâkî açıdan sporda görünümü, bu çalışma için son derece
önemlidir. Şahin (1998) de Kant’ın “Eyleminin maksimi (kuralı) sanki senin
iradenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun” sözünü
alıntılayarak bir sporcu için de bunun karşılığının “kimseyi aldatmayacak
şekilde yarış” olduğunu ifade etmekte ve dürüst oyunun gerçekleşmesi durumunda
kimsenin amacının başkası ile çelişmeyeceğini eklemektedir. “Dürüst oyun”
ibaresinden de anlaşılacağı üzere sporcunun kimseyi aldatmadan yarışması hâli
bizi “fairplay” kavramına
götürmektedir.
Uluslararası Fair Play Komisyonu
deklarasyonuna göre fairplay “kendine, rakibine, takım arkadaşlarına,
müsabakanın hakemlerine, seyirci ve kamuoyuna saygıya dayanan bir hayat
görüşüdür” ve buna göre “her ne pahasına olursa olsun kazanma”, “başarılı olma”
reddedilmektedir (Şahin, 1998). Erdoğan
Arıpınar ve Bilge Donuk’un (2011) ortak çalışması olan Spor Yönetim ve Organizasyonlarında Etik Yaklaşımlar kitabının
başlangıcında yer alan fairplay üzerine derlenen düşüncelerde dönemin Gençlik
ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül’ün ifadeleri de çalışmamız açısından iyi bir
örnektir. Burada Akgül, spordaki ahlâkî değerlerin başında fair play’in
geldiğini ve bu olgunun sonradan keşfedilmiş olan bir oyun kuralı değil,
bilakis “oyunun özü, ruhu, kendisi” olduğunu ifade etmektedir. Yani Kant’ı da
hatırlayarak demeliyiz ki fair play, âdil ve dürüst bir biçimde oynamak, spor
için araçsal bir değer taşımaz, bu değer, sporun tam da özü ve kendisidir.
Toplumsal değeler ile sportif
değerlerin ilişkisini ve fair play’in spor için taşıdığı önemi göz önünde
bulundurarak sporun toplumsal işlevlerine daha ayrıntılı bir biçimde bakmamız
yerinde olacaktır. Bedensel aktiviteden ibaret olma sınırlarının ötesine geçmiş
bir alan olduğunu daha önce de ifade ettiğimiz spor, günümüzde toplumsal
yaşamın tüm yönlerini gerek olumlu gerek olumsuz açıdan etkileyebilme
potansiyeline sahip bulunmaktadır (İmamoğlu, 1992: 9). Modern dünyada yaşam
koşullarının özellikle büyük kentlerde kötüleşmesi, insanın doğadan kopması ile
birlikte bedensel faaliyetlerin sağlıklı olmak açısından önem kazandığı âşikârdır.
Kişinin bireysel anlamda belli bir düzen içerisinde zinde olmak amacıyla
gerçekleştirdiği bu sportif faaliyetlerin dahi toplumsal ve kültürel bir mesele
olduğunu unutmamalıyız. Bu durumu açıklayabilmek üzere sportif faaliyetlerde
bulunuyor olmanın ne anlama geldiğine bakmak gerekir. Hem çocuklar (Kerkez,
2012) hem de cinsiyetler arasında (Bayar, 2003) yapılan çalışmalar
göstermektedir ki, sportif faaliyetlerde bulunanlarda şu açılardan farklılıklar
görülmektedir: ahlâki, algısal, beden ve ruh sağlığı, olgunlaşma, kişilik
gelişimi, statü sahibi olma ve kendine güven kazanma. Tüm bu değişkenler,
bireysel alanla ve belli amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilen rutin sportif
faaliyetlerin dahi ne kadar geniş bir etki alanının olduğunu göstermektedir.
Kökleri en azından Antik Yunan’daki
bedensel aktivitelere, jimnastiğe kadar dayanan ama bugün modern dünyanın
koşullarının bireylere neredeyse dayattığı sportif faaliyetlerde bulunma
olgusunun yanı sıra ve çalışmamızla esas ilgili olan profesyonel spora,
müsabakalara baktığımızda spor fenomeninin çok daha fazla toplumsal sonuçları
olduğunu görmemiz mümkün olmaktadır. Sözgelimi bir spor müsabakasında
dayanışma, kenetlenme, uyum sağlama, rekabet ve mücadele gücü kazanma gibi niteliklerin
ortaya çıktığını, bunlardan hareketle de spor müsabakalarının bireyleri ve
toplumu olumlu yönde etkileyen bir kültürel olgu olarak değerlendirildiğini
(Erkal; Ayan; Güven,1998) görmek mümkündür. Bu durum, tarihsel süreç içerisinde
sporun bir eğitim aracı olarak değerlendirilmiş olması durumu ile uyumludur.
Sporun bu şekilde değerlendirilmesinde kişilerin kendilerine olan güvenlerinin
artırılması, sorumluluk bilincinin yerleştirilmesi ve yaratıcılık kapasitesinin
genişletilmesi gibi amaçlar yer almaktadır (Grössing, 1991).
Bireysel bazda spor, kişilerin rutin
yaşam pratiğinden uzaklaşmasına olanak sağlamakla birlikte, bilinen zihinsel ve
bedensel faydaları da düşünüldüğünde genel anlamda olumlu sonuçlara gebe olan
bir uğraşı alanıdır. Kişiler, içerisine doğdukları çevrenin vaat ettiği
sınırlarla şekillenmeye zorlandıkları için, spor, doğası gereği bu sınırların
dışına çıkmayı mümkün kılan bir niteliğin de temsilidir. Söz gelimi iş
hayatının ve kültürün çizdiği sınırlar ile yarattığı baskı düşünüldüğünde, spor
bu baskı ortamının kırıldığı bir ortam sunması açısından değerlidir
(Demirbolat, 1988).Yukarıda değindiğimiz sporun olumlu katkıları, işlevselci
kuramcıların savunduğu tezlerdir. Ancak bunun haricinde çatışmacı ve eleştirel
kuramlar da bulunmaktadır. Coakley’e (2001) göre çatışmacı kuramcılar sporun
toplum üzerindeki milliyetçilik, cinsiyetçilik, yabancılaşma, militarizm,
sömürü ve kontrol, toplumsal yalıtma ve ticarileşme gibi etkilerine
yoğunlaşırlar. Eleştirel kuramcıların ise sporu insanların yaratmış olduğu
hususuna yoğunlaşarak hem işlevselci hem de çatışmacı görüşlerin yerine göre
haklı olduğunu ifade ettiklerini ve spor-toplum ilişkisinin dinamik ve değişken
doğasına vurgu yaptıklarını görmekteyiz (Coakley, 2001). Erol Mutlu (1996),
sporun, ama özellikle de takım sporlarının aidiyet duygusunun geliştirilmesine,
kimlik oluşumuna yardımcı olduğunu belirterek şu hususu vurgulamaktadır:
Bir kolektif
kimliğin kurulması ancak diğer kolektif kimliklerin kurulmasıyla yani bir
ilişkiler bağlamında gerçekleşeceği için genellikle ‘diğerleri’nin referans
alınmasıyla ‘diğerleri’ne karşıt olarak üretilir. Spor, özellikle profesyonel
spor ‘yenilecek, alt edilecek’, ‘diğer(ler)ini gerektirdiği için, bu tür simge
ve inanç kümelerinin üretilmesi yani türdeş olmayan bir ‘biz’in içindeki gerçek
farklılıkların silinerek bir ‘kurmaca ulus birliği’nin kurulması için çok
elverişli bir ilişkisel mekân sunar.
İşte
bu alıntının sunmuş olduğu çerçeve, sporun toplumsal değerler üzerindeki
etkisinin olumsuz bir veçhesini incelemeye başlamamızın başlangıç noktasını
oluşturmaktadır. Sporun tarihsel süreç içerisinde üstlenmiş olduğu ve belli bir
kısmının hâlen de devam ettiği olumlu işlevlerinin
yanı sıra modern dünyada topluma yönelik olarak sebep olduğu olumsuz etkiler de
bulunmaktadır ve son derece dikkate değerdir.
SporunToplumsal
Değerle Olan İlişkisinde Yaşanan Kırılma
Spor
ilk olarak bir boş zaman uğraşı, oyun olarak ortaya çıkmış olsa da; günümüzdebu
niteliğinin sınırlarının genişletmiştir. Artık spor, ekonomi, eğitim,
propaganda,ırkçılık, turizm, kadın, meslek ve örgütler gibi birçok alanla
ilişki içerisindedir. Sporunen temel niteliği olan boş zaman aktivitesi olma
niteliğinin sınırlarını bu denligenişletmesi, kaçınılmaz olarak sporu bir
sosyal kurum olarak ele almak gerektiğianlamına gelmektedir. Sporun başlı
başına bir sosyal kurum hâline gelmesi, onun çokamaçlı, çok yönlü ve oldukça
etkili bir alan olarak nitelenmesi demektir. Spor böyleceevrensel bir boyut da
kazanmıştır (Yetim, 2000). Eğitim, toplumun bir üyesi olan her ferde, tam da
toplumun bir üyesi olmasındandolayı dayatılan bir haktır. Toplum, bireye bu
eğitim hakkını ve kendisine de bireylerieğitme hakkını tanırken, belli başlı
amaçları ölçüt alır: kişilerin toplumsal değerlerikavramaları, bu değerlerin
uygulanmasının, yaşanmasının ve yaşatılmasının teşvikedilmesi olarak
özetlenebilecek ölçütlerdir bunlar. Dolayısıyla birey ile toplum,birbirleriyle
sürekli bir etkileşim halinde bulunmaktadır. Sporun önemi de bu noktadabir kez
daha ortaya çıkmakta, toplumun sürdürebilmesi için gerekli olan
değerlerinoluşturulmasında ve bu değerlerin kalıcı hale getirilmesinde, spor,
önemi bir roloynamaktadır. Sporun özündeki nitelikler sayesinde, kişiler spor
vasıtasıyla psikososyal açıdan gelişir, sosyalleşir ve topluma uyumlu bir birey
olma edimikazanırlar (Küçük; Koç, 2004).
Althusser, modern sporun niteliklerini
oluşturan ve bir anlamda da özünü teşkil eden ideolojileri, “bireysel
rekabetçilik”, “şovenizm”, “milliyetçilik” ve “seks” olarak saptamaktadır
(Erdoğan ve Alemdar). Ancak bu tip saptamalar sporun etkisiyle ortaya çıkan ya
da spor ile birlikte ortaya çıktığı iddia edilen sonuçlara odaklanmaktadır.
Şovenizm ya da cinsiyetçilik gibi olgular birer sonuç niteliği taşımaktadırlar.
Ancak sporun bu gibi hususlara nasıl yol açtığına da bakmamız gerekmektedir.
Spora, ortaya çıkan/çıkabilecek tüm
olası olumsuzlukların tek nedeni olarak bakamayız fakat modern spor ile
gerçekleşen bir kırılmayı ortaya koyabilmek üzere spordaki amacın içeriğinde
yaşanan dönüşüme odaklanmamız gerekliliğini de ifade etmek zorundayız. Bu husus,
sporda, sporun içerisinde taşıdığı değerler doğrultusunda yapılıyor olmasından
uzaklaşılıp her ne olursa olsun kazanmanın yönlendirici bir ilke hâline gelmiş
olması ile ilgilidir. Söz konusu dönüşümde, kapitalist üretim ilişki ve
süreçlerinin spora da yansıyarak rekabetin ön plâna çıkıp, performansın ve
hiyerarşinin baskın hâle gelmesi son derece etkilidir (Bambery, 2002). Tam da
bundan dolayı sporun endüstriyelleşmesi gibi bir kavram ortaya atılmıştır. Ne
olursa olsun kazanma tutumunun “endüstriyelleşme” kavramıyla açıklanmasının
gerekçelerini ise şu şekilde sunmak mümkündür: Sosyolojik sonuçları ve etkileri
bakımından sporun bir anlamda “üretim süreci” olması, bizi endüstriyelleşmenin seri
üretim özelliğine götürmekte ve seri üretim ve onunla bağlantılı hemen her
şeyin daha çok kâr, daha fazla kazanç, daha fazla verim için yapılır hâle
gelmesini, spordaki fair play’in kaybolmasıyla benzetmenin yolunu açmaktadır.
Hargreaves (1982), modern rasyonel
endüstriyel üretim biçiminin sporda da tekrarlanıyor olmasını şu hususlarla
açıklamaktadır: uzmanlaşma ve standardizasyonun aşırı artması, yönetim
anlayışının bürokratikleşmesi ve hiyerarşik bir hâl alması, temel güdünün
maksimum verimlilik olması, performansa niceliksel yaklaşım ve tüm bunların
sağlanabilmesi adına doping ve şikeyi de içerecek şekilde birtakım yollara
başvurabilmesi, ve de nihayetinde ise üreticiden de (yani sporu yapanlar ve
yöneticilerden) tüketicilerden de (yani spor izleyici ve takipçilerinden)
yabancılaşma. Hargreaves’in belirttiği tüm bu hususların “kazanma” amacının spor
eyleminin de spordaki eylemlerin de neredeyse tek motivasyon kaynağı hâline
gelmiş olması çerçevesinde döndüğünü ifade etmemiz mümkündür.
“Kazanma” motivasyonuna bu derece
yer ayırmışken sporda kazanmanın önemsiz bir şey olmadığını not düşmemiz
gerekmektedir. Çalışmamız açısından “kazanma”ya yönelik eleştirel bakışımız,
kazanma hedefine ulaşma uğruna yaptırımı olan ya da olmayan (ama özellikle de
olmayan) kural ve değerlerin çiğnenebiliyor olmasıdır. Kazanmak tek amaç ve
nihai üst belirleyen olduğu zaman spor, spor olmaktan uzaklaşmaktadır. Nitekim Bourdieu
(1993) kurallara bağlı kalarak kazanma istencinin fair play olduğunu ve fair play’in,
zaferi ne pahasına olursa olsun kovalama bayağılığının tamamen zıt kutbunda yer
alan şövalyece bir yetenek olduğunu ifade etmektedir. Zaten demeliyiz ki fair play
örneklerinin bu derece insanları şaşırtıp sevindirmesi ve de ek olarak bir de
çeşitli kurum-kuruluşlar tarafından ödüllendirilmesinin nedeni, bizlere
kazanmanın her şey olmadığını göstermesi, hatırlatması ve kanıtlamasıdır. Fair play’den,
âdilce oynamaktan uzaklığımız ölçüsünde fair play ödüllendirilmekte ve takdir
edilmektedir çünkü fair play tamamen ortadan kalkarsa spor da artık spor olmaktan
çıkacaktır. Nitekim Şahin (1998), spor yapmanın bugün kaybedilmiş bir değer
olduğunu, sporun kurallarının kazanmaya kilitlenmiş olmasına dayanarak iddia
etmektedir. Buna göre sporun misyonu değişmiştir ve “her ne olursa olsun
kazanmalıyım”, “kaybetmek her şeyin sonudur” mantığı işlemeye başlayarak
başarıya giden yolda her türlü çirkin girişim(şike, doping, şiddet)” olağan
sayılır hâle gelmiştir (Şahin, 1998).
Sporda, ama özellikle defutbolda her
ne pahasına olursa olsun kazanma arzusu, herhangi bir hedefe ulaşmak uğruna
kimi toplumsal değerlerin çiğnenebileceğini göstererek örnek olması bakımından
toplumsal açıdan sakıncalı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şahin (1998)
de haklı olarak şu soruyu sormaktadır: “… sporcular, spor ahlâk ilkelerine
uygun tutum içinde olmadıkları zaman, olumsuz sonuçların daha geniş toplumsal
olaylara yol açacağının, toplumu dönüştüren bir etkinlik içinde olduklarının
bilincinde midirler?”işte bu noktada “ahlâksızlığı meşrulaştırma” (Gürpınar,
2015) kavramını öne çıkarmamız gerekmektedir. Ahlâksızlık, menfaat uğruna, bir
hedefe ulaşmak uğruna hakeme yalan söylemenin, topun kim tarafından çıktığının
dürüstçe belirtilmemesinin kabul edilebilir görülmesi yoluyla meşrûlaştırılmaktadır (Bandura, 1999). İşte böyle bir
meşrûlaştırma mekanizması, spordan topluma doğru gerçekleşen olumsuz bir değer
transferi olma işlevini de görebilmektedir. Burada bir örnek teşkil etme durumu
söz konusudur. Bunu profesyonel spordaki ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasının
amatör spora yansıması yoluyla toplumsal etkide bulunması biçiminde
düşünebiliriz öncelikle. Mahallede ve ilk ve orta öğretimdeki müsabakalarda
ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasının çocuklarda yerleşiklik kazanması, kişiliğin
bu yönde belirlenmesine neden olabilmektedir. Bunun haricinde ise spor
takipçileri, izledikleri müsabakalarda ahlâksızlığın meşrûlaştırıldığını
görerek hayatlarının herhangi bölümünde karşılaştıkları ahlâksızlıkları normalleştirme
yoluna gidebilecekler ve hatta böyle uygulamalara kendileri de imza
atabileceklerdir.
Ahlâksızlığın meşrûlaştırılması
konusu için Gürpınar’ın (2015) belirtmiş olduğu “avantajlı karşılaştırma”
kavramına da başvurabiliriz. Bu kavram, “kınanması gereken suç teşkil eden
davranışların önemsizmiş gibi gösterilmesi”ne (Gürpınar, 2015) gönderme
yapmaktadır. Ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasına benzer bir mekanizma
işlemektedir burada da. Daha kötü olan örneğin gösterilerek, belli bir
davranışın daha kötü olan davranıştan daha iyi olması iddiasıyla belli bir
normalleştirme söz konusudur. Örneğin argo dil, fiziksel şiddetin daha kötü
seçenek olduğunun öne sürülmesi yoluyla normal ve meşrû gibi
gösterilebilmektedir (Boardley; Kavassanu, 2001). Bu durum, toplumsal
ilişkilerde de benzer bir normalleştirme mekanizmasının ortaya çıkmasına ya da
var olan bir normalleştirmenin doğal sayılıp yerleşiklik kazanmasına hizmet
edebilecektir.
Sonuç
Spor
tam da bu noktada belli bir ağırlıkla devreye girmektedir. Çünkü spor, her
şeyden önce bir oyundur. Oyunların en temeldeki amaçları ise, eğlence ve
kaynaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani oyun, başlı başına bir doğru
sosyalleşme yöntemi işlevi görmektedir. Spor, içerisinde rekabet, kazanma
hırsı, başarı için ahlâksızlığın meşrûlaştırılması gibi değişkenleri barındırsa
da ana amaç centilmenlik, keyifli vakit geçirme, dayanışma gibi nitelikler
olduğundan, olumsuz olarak nitelendirilebilecek değişkenleri doğası gereği
gölgede bırakmaktadır. Sporun doğasındaki bu olumsallık, sporu değerleri/etik unsurları
öğretmede elverişli bir araç konumuna yükseltmektedir. Diğer yandan hem
bedensel hem de zihinsel gelişime sunduğu katkılar göz önünde
bulundurulduğunda, spor diğer bütün yöntemlerden bir adım daha öne çıkmakta ve
kendisini hemen her konuda faydalı bir araç olarakdayatan mertebeye
erişmektedir.
Sonuç
itibariyle spor, kişilerin değerler/etik unsurlar kazanmasında oldukça önemli
bir role sahiptir. Günümüzde sporun sürekli evrimleşerek geldiği nokta ise bu
sınırları aşmıştır. Spor, bir araç olmanın ötesine geçip, kişilerin kendilerini
gerçekleştirmesi ve süreklilik arz eden kaliteli bir yaşama kavuşabilmesi
açısından bir amaç konumunu da işgâl etmeyi başarmıştır. Özellikle gelişen
teknolojiyle birlikte yaygınlık kazanan medya araçları, reklam sektörü,
sponsorluk anlaşmaları ve bunlara benzer alanların vaat ettiği astronomik
ücretler, sporun seyrinin; takımların, sporcuların ve seyircilerin ise spora
bakışlarının tamamıyla değişmesine neden olmuştur.
Sporun, en temelinde bir oyun olduğu
ve her oyunun doğası gereği olumsuzluğu gölgede bırakan niteliği deformasyona
uğrama yönünde evrimleşmeye başlamış, zirveye çıkmak ve orada kalmak ne
pahasına olursa olsun birincil amaç hâline gelmiştir. Bu durumun müsebbibi ise
tartışılmaz biçimde sporun endüstriyelleşmesi ve asıl niteliğini yitirerek bir
pazar hâlini almasıdır. Söz gelimi yıldız bir futbolcu, maçın belli bir
noktasında sonra sakatlanma korkusuyla mücadeleyi bırakabilmektedir. Kişisel
olarak yapmış olduğu sponsorluk anlaşması, takım arkadaşlarının emeğinden,
aylar süren antrenmandan, seyircilerin taleplerinden daha ağır bastığı için
böyle bir tutum takınan sporculardan müteşekkil spor dünyasının varlığı, sporla
kazanılan/kazandırılan onca olumsallığı bir nevi çöpe atmayı beraberinde
getirmektedir. Dolayısıyla sporun geldiği nokta, onun artık bir değerler/etik
unsurlar eğitimi için elverişli bir araç olmasını mümkün kılmamaktadır. Hemen
her konuda olduğu gibi, endüstriyelleşme, bu alanda da kişisel ve toplumsal ahlâkı
paranteze aldırmayı başarmış ve sporun kişilere vaat ettiği birçok değerin
üzerini örtmüştür. Bu noktadan sonra sporun değerler/etik unsurlar
kazanmada/kazandırmada üstlendiği işlevsellik tartışmalı hâle gelmiştir. Sporun
toplumsal değerlerin üretilmesine, öğrenilmesine ve kanıksanmasına sunduğu
katkıyı endüstriyel sporun baltaladığını ifade etmek, artık mümkündür.
Kaynakça
AMMAN,
M. T. (2000), “Spor Sosyolojisi”, Sporda
Sosyal Bilimler, H. Can İkizler(ed.), İstanbul: Alfa Yayınları, s. 85-149.
ARIPINAR,
E., DONUK, B. (2011), Spor Yönetim ve
Organizasyonlarında Etik Yaklaşımlar, Ankara: Ötüken Neşriyat.
BANDURA,
A. (1999). “Moral Disengagement in the Perpetration of Inhumanities”, Personality and Social Psychology Review,
Sayı: 3, Cilt: 3, s. 193-209.
BİLGİN,N.(1995),Sosyal Psikolojide Yöntem ve Pratik
Çalışmalar, İstanbul:Sistem Yayıncılık.
BOARDLEY,
I. D., & KAVASSANU, M. (2007). “Development and Validation of the Moral Disengagement
in Sport Scale”, Journal of Sportand Exercise
Psychology, Cilt: 29, Sayı: 5, s. 608-628.
BOURDİEU,
P. (1992), Sociology in Question, translator Richard Nice, London: Sage
Publications.
BRADSHAW,Y.,HEALEY,J.F.,
SMITH,R. (2001). Sociologyfor a New
Century, PineForgePresss.
BAYAR,
P. (2003),“Spor Yapan ve Yapmayan Bayanların Kişilik ÖzelliklerininKarşılaştırılması”,Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:14, Sayı: 3,
s. 133-143.
BAMBERY,
C. (2002), “Marksizm ve Spor”, Birikim,
sayı: 158, s. 82-93.
COAKLEY,
J. (2001), Sport in Society: Issues and Controversies, Seventh Edition, New
York: The McGraw-Hill CompaniesInc.
DEMİRBOLAT,
Ayşe (1988), Toplum ve Spor, Ankara:
Kadıoğlu Matbaası.
DEMİRHAN,
G. (2014), “Sportif Değerler ve Eğitimi”, Toplum
ve Hekim, Cilt: 29, Sayı: 5,
Eylül-Ekim 2014, s. 351-355.
DÖKMEN,
Ü. ( 2002),Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak,
İstanbul: Sistem Yayıncılık
ERDEMLİ,
A. (2008), Spor Yapan İnsan,
İstanbul: E Yayınları
ERDOĞAN,
İ., ALEMDAR, K. (1994), Dünyanın Çarpık Düzeni: Uluslararası İletişim,
İstanbul: Kaynak Yayınları.
ERKAL,
M. E., AYAN, D., GÜVEN, Ö., (1998), Sosyolojik
Açıdan Spor, Üçüncü Basım, İstanbul: Der Yayınları.
FICHTER
J. (1990), Sosyoloji Nedir, çev.
Nilgün Çelebi, Konya: Selçuk Ü. Yayınları.
Ankara
Üniversitesi Spor Bil Fak, 2015, 13 (1), 57-64
GÜRPINAR,
B. (2015), Sporda Ahlaktan Uzaklaşma Ölçeği Kısa Formunun Türk Kültürüne Uyarlanması:Geçerlik
ve Güvenirlik Çalışması, Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:
13, Sayı: s. 57-64
GRÖSSİNG,
S. (1991), Beden-Spor-Hareket “Spor Pedogojisinin Temel Kavramları, Bedensel
Eğitimin Anlam Değiştirmesi”,1. Eğitim
Kurumlarında Beden Eğitimi ve Spor Sempozyumu,Milli Eğitim Bakanlığı Okul
İçi Beden Eğitimi Spor ve İzcilik Dairesi Başkanlığı,(çev. Adnan Orhon, Metin
Sayın), İzmir: Milli Eğitim Basımevi.
HALSTEAD,
J. M., TAYLOR, J. M. (1996), Values in
Education and Education in Values, London: The Falmer Press.
HARGREAVES,
J. (1982), “Theorising Sport: An Introduct”, Sport, Culture, and Ideology,
Jennifer Hargreaves (ed.), London: Routledge, Kegan& Paul, s. 1-29.
İMAMOĞLU,
A.F. (1992), "İkibinli Yıllara Doğru Türk Sporu Üzerine Bazı Gözlemler",
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1, s. 9-10.
KANT,
I. (1982), Ahlak Metafiziğinin
Temellendirilmesi, çev. Ioanna Kuçuradi, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu
Yayınları.
KERKEZ,
F. İ. (2012), “Sağlıklı Büyüme İçin Okulöncesi Dönemdeki Çocuklarda Hareket ve
Fiziksel Aktivite”,Spor Bilimleri Dergisi,
Cilt: 23, Sayı: 1, s. 34-42.
KURT,
Metin(2004), “Spor-Toplum ve Ötesi”, Özgür
Üniversite Forumu, Sayı: 25, Ocak-Mart 2004, s.131-140.
KÜÇÜK,
V. ve KOÇ, H. (2004),“Psiko-Sosyal Gelişim Süreci İçerisinde İnsan ve Spor
İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Sayı: 10, s. 131-141.
MENGÜŞOĞLU
T. (1983),Felsefeye Giriş, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
MUTLU,
Erol (1996), “Avrupa’yı Salladık, İngiltere’yi Sarsacağız: Futbol,
Milliyetçilik ve Şiddet”, Cogito,
Sayı: 6-7: Şiddet, Kış-Bahar.
ONBAŞLI,
Ü. (2002), “Etik, Ahlak ve Değerler”, US
Düşün ve Ötesi, Yaz 2002, s. 168-172.
Özgüven,
İ. E. (1994),Psikolojik Testler,Ankara:
Psikolojik Danışma,Rehberlikve Eğitim Merkezi.
ŞAHİN,
M. (1998), Spor Ahlakı ve Sorunları
–Felsefi Bir Çalışma–, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
TALİMCİLER,
A. (2015), Sporun Sosyolojisi
Sosyolojinin Sporu, İkinci Basım, Ankara: Bağlam Yayıncılık.
YETİM,
A. A. (2000), “Sporun Sosyal Görünümü” ,
Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, Cilt: 4, Sayı:1, s. 63-72.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder