3 Ekim 2018 Çarşamba




Sporun Toplumsal Değerler Üzerindeki Etkisi Hakkında Bir Çalışma
      Dr. Engin Işık Abanoz
Özet: Bu çalışmada, her yönüyle toplumsal bir mesele olan sporun sosyolojik işlevinin toplumsal değerlerle ilişkisi konu edilmektedir. Bu bağlamda, toplumsal yapı ve süreçlerden etkilendiği kadar toplumun üzerinde de etkili olan sporun toplumsal değerler ile olan ilişkisinde günümüzde hangi noktada olduğunu tartışmak amaçlanmaktadır. Sporun ahlâki değerlerin üretiminde nasıl bir rol oynadığı ve oynayabileceği ile başlatılan söz konusu tartışma, sporun toplumsal değerler üzerindeki etkisinde yaşanan bir kırılmaya odaklanmaktadır. Buna göre sporun endüstriyelleşmesi, kazanma hedefinin en üst değer olmasını beraberinde getirmiştir. Kazanmanın bu konuma gelmesi, fair play başta olmak üzere spordaki ahlâki değerlerin hemen hepsini aşındırmıştır. Ve bu durum da toplumdaki değerleri olumsuz yönde etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: spor, spor ahlâkı, toplumsal değerler, endüstriyel spor

Abstract: This work deals with the relationship between social values and sociological function of sport which is a social issue with all its aspects. Sport, both affects and being affected by social structure and processes. In this respect, this work aims to discuss current situation about the relationship between sport and socialvalues. This discussion is starts with the sport’s role on the production of moral values and then focuses a breakthrough which occured at sport’s affects on social values. Accordingly, industrialization of sport, brings with it the aim of win as an highest value. This position of the aim of win, exulcerated sport’s moral values, especially fair play. Therefore, according to this work’s claim, socail values being affected in a bad manner by sport activities.
Keywords: sport, sport moral, social values, industrial sport

Giriş
Spor dediğimiz fenomen, bedeni ve bedensel faaliyetleri aşan, biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kültürel bir varlık alanına denk düşmektedir (Erdemli, 2008). Bu nedenle sporu bahsi geçen bilim dalları ve varlık alanı türleri uyarınca belli sorunsallar etrafında değerlendirmek ve incelemek mümkündür. Ancak sporu doğrudan doğruya biyolojik, tıbbî açıdan ele alırken dahi sosyolojik bir perspektife şu ya da bu ölçüde ihtiyaç duyarız. Çünkü her şeyden önce spor, “toplumsal olarak inşâ edilmiştir”(Talimciler, 2015) ve herhangi bir bağlamda ve herhangi bir biçimde spordan bahsederken sporla bireysel ilişkinin toplumsal açıdan neye karşılık geldiğini, sporun toplumda nasıl bir konum işgâl ettiğini ve nihayet sportif süreçlerin topluma nasıl etkide bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. İşte bu çalışma da sporun toplumsal değerler üzerindeki etkilerini ve bu etkilerinde tarihsel süreçte nitelik açısından yaşanan kırılmayı konu etmektedir.
            Toplumsal olarak inşâ edilmiş olan spor üzerinden bir “değerler transferi” söz konusudur (Talimciler, 2015). Bu değerler transferinin bir yönü toplumsal değerlerin spora geçmesi iken diğer yönü, hâliyle, spordaki değerlerin, bir nevi sportif değerlerin topluma geçmesidir. Bu ilişki biçiminin birbiriyle epey iç içe geçtiği muhakkaktır. Sporu toplumun ve toplumsal değerlerin bir modeli olarak düşünebileceğimiz gibi toplumu da spor alanındaki görünümlerin bir yansıması olarak düşünebiliriz. Nitekim Norbert Elias, sporu hem ‘toplumu tanımanın bir laboratuvarı’ olarak hem de ‘modernitenin özgün bir laboratuvarı’ olarak değerlendirmiştir (Amman, 2000). Ama tabiî burada sporun toplumsal olarak inşâ edilmiş olmasından dolayı toplumda üretilen ve topluma ait olan değerlerin spor alanına geçişi değil de spordan topluma doğru gerçekleşen değerler transferi çok daha çetrefilli bir inceleme olarak karşımıza çıkmaktadır.Çünkü spor zaten toplumda inşâ edilmiş olduğundan dolayı sporun gerek işlevsel gerek niteliksel sınırları, en nihayetinde toplumsallığın imkânları ve ölçütleri doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Toplumun bir ürünü olduğu ve toplumsal ilişkiler, ihtiyaçlar, süreçler gibi etmenlerle ortaya çıkıp yeniden ve yeniden varlığı yine toplum tarafından üretildiği için spor alanı, toplumsal belirlenimlerce domine edilmektedir. Ve bu etki böylesine belirgin olduğu için toplumdan spora doğru geçen değerler transferinin izini sürmek, görece, güzergâhı daha net bir iştir. Hâlbuki toplumsal bir ürün ve fenomen olarak sporun varlığının temeli ve koşulu olan yapıyı etkileme düzeyi ve biçimi, toplumdan spora doğru gerçekleşen değer transferi kadar belirgin değildir. Görece daha belirsiz olan bu olgu, sporun toplumu nasıl etkilediği gibi son derece genel ve bir o kadar da önemli soruda somutlaşmaktadır. Tek bir çalışmada, hele ki bir makalede hakkıyla ve tüm yönleriyle cevaplanamayacak olan bu soruyu, etki alanını “toplumsal değerler” ile sınırlayarak ele almayı tercih ettik.
            Toplumsal değerlere ilişkin sosyolojik bir çerçeve çizip esas tartışma problemimize geçmeden önce bu çalışmada spor ile neyin kastedildiğine kısaca değinmemiz gerekir. Spor dediğimiz zaman sportif faaliyetlerde bulunmaya gönderme yapabildiğimiz gibi spor müsabakalarını da kastedebiliyoruz. Ve bu sınıflandırmanın her iki unsuru için de bir “profesyonel-amatör” bölünmesi bulunmaktadır. Öyleyse amatör sportif faaliyet/profesyonel sportif faaliyet ve amatör spor müsabakası/profesyonel spor müsabakası şeklinde bir farklılaşmanın bulunduğunu ifade edebiliriz. Bu çalışmada, sporun sosyolojik anlamını ve etkilerini konu ettiğimiz bölümlerde spor dendiğinde amatör ve profesyonel olmak üzere hem sportif faaliyetleri hem spor müsabakalarını kastetmekteyiz. Ancak sporun toplumsal değerler üretmesinde yaşanan kırılmayı değerlendireceğimiz bölümde anahtar kavramlarımız “ne olursa olsun kazanmak”, “spordaki ahlâki değerler” gibi unsurlar olduğundan dolayıdır ki burada spor derken esas olarak müsabaka anlamındaki ve profesyonelleşmiş olan spora gönderme yapıyor olacağız.


Toplumsal Değerler, Spor Ahlâkı ve Sporun Toplumlar Etkileri
Değer kavramı başta felsefe ve sosyoloji alanında olmak üzere sosyal bilimlerde sıkça işlenen, tartışılan bir konudur. Znaniecki, bu kavramı sosyal bilimlerde ilk kez kullanan kişidir ve Latince “valare” kökünden türetilen değer kavramı, “kıymetli olma” ya da “güçlü olma” anlamlarını işaret etmektedir (Bilgin, 1995). Bu çerçeveden düşündüğümüzde, toplumsal değerleri toplumun kıymet verdiği davranış ve düşünceler biçimi olarak ele alabileceğimiz ortaya çıkmaktadır. Çünkü değer, kişilerin bireysel eylem pratikleri ve tavırları ile bilişsel süreçleri üzerinde etkin iken, aynı zamanda kişilerin içerisinde yaşadıkları toplumun kültürel kodlarıyla da iç içedir ve bu kodları yansıtmaktadır (Özgüven, 1994).
            Değer kavramı üzerine çok sayıda tanımlama ve yorum mevcuttur. Özellikle felsefenin sınırları içerisinde değerler konusu genişçe işlenmiştir. Felsefî açıdan, insanın yaşamına doğrudan etki eden olumlu ya da olumsuz, maddi veya manevi her şeyin değer kavramı ile ilişkili olduğu savı bir adım öne çıkmaktadır. Bu sava göre bir insanın bir şeylere inanması yahut inanmaması, tutkuları, hedefleri, ilgi alanları, çıkarları, sözünde durup durmadığı, sevgi ve nefret hisleri, saygı kavramına nasıl yaklaştığı ve bu kavramdan ne anladığı gibi birçok nitelik üzerinde belirleyici olan unsurdur değer (Mengüşoğlu, 1983).
            Değer kavramının sosyolojik yorumlanması, özetle, kişilere ve gruba yarar sağlayan, kişiyi mensubu olduğu grupta istenir bir pozisyona yükseltme işlevi olan, bireyin ve grubun ortak beğenilerine hitap eden her şey olarak ifade edilmektedir. Değer, nesnenin kendisinde değil, o nesneye atfedilen anlamdadır. Buradan hareketle, eğitim süreci bir değer olarak kabul edilirken, en az eğitimin kendisi kadar kişilerin kendileri de başlı başına bir değer olarak kabul edilebilmektedir (Fichter,1990: 131). Toplumlarda özel kişi olsun, tüzel kişi olsun “genel geçer olan değerlerin farkındalığı ve hayata geçirilmesi” son derece önemlidir (Onbaşlı, 2002). Çünkü değer dediğimiz zaman insanların davranışlarına yön veren, kararlara, eleştirilere, tutumlara yol gösteren “dürüstlük ve kişiliği belirleyen ilkeler, inançlar ve yaşam görüşü”ne gönderme yapmaktayızdır (Halstead, 1996). Dolayısıyla değerlerden münezzeh bir toplum düşünülemez ve sahip olduğu yönlendirici ve önem atfedici kodlar sayesinde toplumlar ancak değerleri ile toplum olarak kalabilirler. Toplumsal değerlerin toplumdan topluma farklılık arz ettiği muhakkaktır ancak herhangi bir toplumun değerlerine olan herhangi bir faaliyet alanından etkilerin, o toplumun toplum olarak kalmasını tehdit etmesine varabilecek derecede önemli olduğunu unutmamalıyız.
            Bu tanımlamaları ve yorumları kapsayıcı şekilde, değerlerin kişilerin yaşam pratiklerinde bir rehberlik işlevi gördüğü açıktır. Her birey, yaşadığı topluma göre kendisi için belli değerler oluşturur, belli değerlere uyum sağlar ve kimi değerleri de benimser. Ve o değerlerle hareket eder. İnşâ edilen bu değerler, kişinin toplumdaki diğer üyelerle ortaklaştığı kültür tarafından belirlenmekte ve biçimlendirilmektedir (Bradshaw; Healey; Smith 2001). Yani toplumdan ve içerisinde bulunulan kültürden tamamen ayrı bir değer sisteminin bireylerce benimsenmesi mümkün değildir. Değerler, tarihsel birikimin de etkisi ile karşılıklı ve karmaşık süreçler sonucunda hem yerleşiklik kazanır hem de benimsenirler. Bu noktada her değerin az ya da çok ama mutlaka toplumsal olduğunu ve bu durumu vurgulamak ve yerleşiklik kazanarak bireyleri etkileyen değerleri de kast etmek amacıyla “toplumsal değer” kavramını benimsediğimizi belirtmeliyiz. Tabiî bu çerçevede değer kavramının öğretilebilir ve öğrenilebilir olgulardan oluştuklarını da unutmamak gerekir. Bireylerin şekillendirilmelerinde etkin unsurlardan birisi olan değer kavramının, amaca uygun olarak nasıl araçsallaştırılabileceği üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar doğrultusunda, en insani niteliklerin başında gelen, sevgi duyma, saygı gösterme, dürüstlük, hoşgörü gibi konularda bireyi geliştirmeyi merkezine alan belli eğitim programları geliştirilmiştir. Değerler, yaşam pratiğinin içerisine dâhil edilerek kavranır hâle getirilebilir ancak. Dolayısıyla yalnızca bilişsel süreçlerden ibaret olmayıp, yaşamın içinden uygulamaları kapsayan bir eğitim programıyla da değerler kişilere kazandırılabilmektedir (Dökmen, 2002).
            Toplumsal değerleri sporla ilişkili bir biçimde değerlendirdiğimizde sportif değerlerin ne olduğu ile işe başlamanın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Sportif değerler dediğimiz zaman aklımıza “sporcular, hakemler, antrenörler, gençlik çalışanları, liderler, seyirciler ve diğer tüm paydaşların nasıl davranacaklarına kılavuzluk yapacak olan yazılı ve yazılı olmayan ilke, kural ve yasalar” gelmelidir (Demirhan, 2014). Spora ilişkin yazılı ya da yazılı olmayan ilkelere, kurallara ve yasalara ne derece yakın ne derece uzak olunduğunu anlamamızı sağlayan husus ise “spor ahlâkı”dır. Sportif değerlerin toplumsal değerlerle olan ilişkisi, spor ahlâkına yüklenen anlamlar ve bu anlamların uygulamada nasıl bir görünüme sahip olduğu meselesi ile doğrudan ilgilidir. Spordan topluma değerler transferini soruşturmak için spor ahlâkına bakmamız gerekmektedir.
            Mehmet Şahin (1998), spor ahlâkının neyi konu edindiğini, ne üzerinde çalışma yaptığını şu şekilde belirtmektedir:
            “Spor ahlakının felsefesi ahlaksal spor uygulamalarının bir kuramıdır. Bundan dolayıdır ki         temel olarak sporun bütün kültürel hayat içerisindeki konumu araştırılır. Spor faaliyetlerinin    ahlaksal itici güce sahip insancıl bir uygulama olduğuna ve sportif davranışın ahlaksal   eylemler bakımından kendine uygunluğu doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiğinin            ciddiyetine dikkat çekilir. Spor ahlak felsefesinin büsbütün değil de sadece göreceli özerk             olması, bir yandan genel ahlak (ahlak felsefesi) olmaksızın olamayacağı, öte yandan da temel             oluşturmasına rağmen şu veya bu biçimde ahlaksal spor uygulamaları araştırmalarını       hedefleyen diğer bilimlerin yargılarını işlemesinden kaynaklanıyor. Spor ahlakı, kaçınılmaz             bir biçimde var olma hakkını zedelemeden felsefi ve tekil bilimsel araştırmalara bağımlıdır.”

Bu alıntıdan da anlaşıldığı üzere sportif davranışların spor alanı çerçevesinde değerlendirilebilecek belli ahlâki ölçütleri bulunmaktadır ve bu ölçütler bizim sporun kültürel hayat içerisindeki yerini araştırmamızı sağlamaktadır. Spor ahlâkının göreceli özerkliğine rağmen genel ahlâk felsefesi ile de birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan karakterinden dolayı spor ahlâkına dair daha ayrıntılı bir çerçeve çizebilmek adına genel ahlâktan yola çıkmak iyi bir tutamak noktası olabilir. Burada Immanuel Kant’ın “iyi niyet”e yönelik yaklaşımı, genel ahlâka dair son derece önemli bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır. Kant’a göre iyi niyet ya da iyi isteme, amaçlardan, başarılacaklardan ya da olası etkilerden bağımsız olarak kendi başına iyi olandır ve bu da Kant’a göre ahlâkın temeli olarak işlev görmektedir (Kant, 1982). Amaçtan ya da sonuçtan bağımsız bir pratiğin ahlâkî açıdan sporda görünümü, bu çalışma için son derece önemlidir. Şahin (1998) de Kant’ın “Eyleminin maksimi (kuralı) sanki senin iradenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun” sözünü alıntılayarak bir sporcu için de bunun karşılığının “kimseyi aldatmayacak şekilde yarış” olduğunu ifade etmekte ve dürüst oyunun gerçekleşmesi durumunda kimsenin amacının başkası ile çelişmeyeceğini eklemektedir. “Dürüst oyun” ibaresinden de anlaşılacağı üzere sporcunun kimseyi aldatmadan yarışması hâli bizi “fairplay” kavramına götürmektedir.
            Uluslararası Fair Play Komisyonu deklarasyonuna göre fairplay “kendine, rakibine, takım arkadaşlarına, müsabakanın hakemlerine, seyirci ve kamuoyuna saygıya dayanan bir hayat görüşüdür” ve buna göre “her ne pahasına olursa olsun kazanma”, “başarılı olma” reddedilmektedir (Şahin, 1998).  Erdoğan Arıpınar ve Bilge Donuk’un (2011) ortak çalışması olan Spor Yönetim ve Organizasyonlarında Etik Yaklaşımlar kitabının başlangıcında yer alan fairplay üzerine derlenen düşüncelerde dönemin Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül’ün ifadeleri de çalışmamız açısından iyi bir örnektir. Burada Akgül, spordaki ahlâkî değerlerin başında fair play’in geldiğini ve bu olgunun sonradan keşfedilmiş olan bir oyun kuralı değil, bilakis “oyunun özü, ruhu, kendisi” olduğunu ifade etmektedir. Yani Kant’ı da hatırlayarak demeliyiz ki fair play, âdil ve dürüst bir biçimde oynamak, spor için araçsal bir değer taşımaz, bu değer, sporun tam da özü ve kendisidir.
            Toplumsal değeler ile sportif değerlerin ilişkisini ve fair play’in spor için taşıdığı önemi göz önünde bulundurarak sporun toplumsal işlevlerine daha ayrıntılı bir biçimde bakmamız yerinde olacaktır. Bedensel aktiviteden ibaret olma sınırlarının ötesine geçmiş bir alan olduğunu daha önce de ifade ettiğimiz spor, günümüzde toplumsal yaşamın tüm yönlerini gerek olumlu gerek olumsuz açıdan etkileyebilme potansiyeline sahip bulunmaktadır (İmamoğlu, 1992: 9). Modern dünyada yaşam koşullarının özellikle büyük kentlerde kötüleşmesi, insanın doğadan kopması ile birlikte bedensel faaliyetlerin sağlıklı olmak açısından önem kazandığı âşikârdır. Kişinin bireysel anlamda belli bir düzen içerisinde zinde olmak amacıyla gerçekleştirdiği bu sportif faaliyetlerin dahi toplumsal ve kültürel bir mesele olduğunu unutmamalıyız. Bu durumu açıklayabilmek üzere sportif faaliyetlerde bulunuyor olmanın ne anlama geldiğine bakmak gerekir. Hem çocuklar (Kerkez, 2012) hem de cinsiyetler arasında (Bayar, 2003) yapılan çalışmalar göstermektedir ki, sportif faaliyetlerde bulunanlarda şu açılardan farklılıklar görülmektedir: ahlâki, algısal, beden ve ruh sağlığı, olgunlaşma, kişilik gelişimi, statü sahibi olma ve kendine güven kazanma. Tüm bu değişkenler, bireysel alanla ve belli amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilen rutin sportif faaliyetlerin dahi ne kadar geniş bir etki alanının olduğunu göstermektedir.
            Kökleri en azından Antik Yunan’daki bedensel aktivitelere, jimnastiğe kadar dayanan ama bugün modern dünyanın koşullarının bireylere neredeyse dayattığı sportif faaliyetlerde bulunma olgusunun yanı sıra ve çalışmamızla esas ilgili olan profesyonel spora, müsabakalara baktığımızda spor fenomeninin çok daha fazla toplumsal sonuçları olduğunu görmemiz mümkün olmaktadır. Sözgelimi bir spor müsabakasında dayanışma, kenetlenme, uyum sağlama, rekabet ve mücadele gücü kazanma gibi niteliklerin ortaya çıktığını, bunlardan hareketle de spor müsabakalarının bireyleri ve toplumu olumlu yönde etkileyen bir kültürel olgu olarak değerlendirildiğini (Erkal; Ayan; Güven,1998) görmek mümkündür. Bu durum, tarihsel süreç içerisinde sporun bir eğitim aracı olarak değerlendirilmiş olması durumu ile uyumludur. Sporun bu şekilde değerlendirilmesinde kişilerin kendilerine olan güvenlerinin artırılması, sorumluluk bilincinin yerleştirilmesi ve yaratıcılık kapasitesinin genişletilmesi gibi amaçlar yer almaktadır (Grössing, 1991).
            Bireysel bazda spor, kişilerin rutin yaşam pratiğinden uzaklaşmasına olanak sağlamakla birlikte, bilinen zihinsel ve bedensel faydaları da düşünüldüğünde genel anlamda olumlu sonuçlara gebe olan bir uğraşı alanıdır. Kişiler, içerisine doğdukları çevrenin vaat ettiği sınırlarla şekillenmeye zorlandıkları için, spor, doğası gereği bu sınırların dışına çıkmayı mümkün kılan bir niteliğin de temsilidir. Söz gelimi iş hayatının ve kültürün çizdiği sınırlar ile yarattığı baskı düşünüldüğünde, spor bu baskı ortamının kırıldığı bir ortam sunması açısından değerlidir (Demirbolat, 1988).Yukarıda değindiğimiz sporun olumlu katkıları, işlevselci kuramcıların savunduğu tezlerdir. Ancak bunun haricinde çatışmacı ve eleştirel kuramlar da bulunmaktadır. Coakley’e (2001) göre çatışmacı kuramcılar sporun toplum üzerindeki milliyetçilik, cinsiyetçilik, yabancılaşma, militarizm, sömürü ve kontrol, toplumsal yalıtma ve ticarileşme gibi etkilerine yoğunlaşırlar. Eleştirel kuramcıların ise sporu insanların yaratmış olduğu hususuna yoğunlaşarak hem işlevselci hem de çatışmacı görüşlerin yerine göre haklı olduğunu ifade ettiklerini ve spor-toplum ilişkisinin dinamik ve değişken doğasına vurgu yaptıklarını görmekteyiz (Coakley, 2001). Erol Mutlu (1996), sporun, ama özellikle de takım sporlarının aidiyet duygusunun geliştirilmesine, kimlik oluşumuna yardımcı olduğunu belirterek şu hususu vurgulamaktadır:
Bir kolektif kimliğin kurulması ancak diğer kolektif kimliklerin kurulmasıyla yani bir ilişkiler bağlamında gerçekleşeceği için genellikle ‘diğerleri’nin referans alınmasıyla ‘diğerleri’ne karşıt olarak üretilir. Spor, özellikle profesyonel spor ‘yenilecek, alt edilecek’, ‘diğer(ler)ini gerektirdiği için, bu tür simge ve inanç kümelerinin üretilmesi yani türdeş olmayan bir ‘biz’in içindeki gerçek farklılıkların silinerek bir ‘kurmaca ulus birliği’nin kurulması için çok elverişli bir  ilişkisel mekân sunar.

İşte bu alıntının sunmuş olduğu çerçeve, sporun toplumsal değerler üzerindeki etkisinin olumsuz bir veçhesini incelemeye başlamamızın başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Sporun tarihsel süreç içerisinde üstlenmiş olduğu ve belli bir kısmının hâlen de devam ettiği olumlu işlevlerinin yanı sıra modern dünyada topluma yönelik olarak sebep olduğu olumsuz etkiler de bulunmaktadır ve son derece dikkate değerdir.

SporunToplumsal Değerle Olan İlişkisinde Yaşanan Kırılma
Spor ilk olarak bir boş zaman uğraşı, oyun olarak ortaya çıkmış olsa da; günümüzdebu niteliğinin sınırlarının genişletmiştir. Artık spor, ekonomi, eğitim, propaganda,ırkçılık, turizm, kadın, meslek ve örgütler gibi birçok alanla ilişki içerisindedir. Sporunen temel niteliği olan boş zaman aktivitesi olma niteliğinin sınırlarını bu denligenişletmesi, kaçınılmaz olarak sporu bir sosyal kurum olarak ele almak gerektiğianlamına gelmektedir. Sporun başlı başına bir sosyal kurum hâline gelmesi, onun çokamaçlı, çok yönlü ve oldukça etkili bir alan olarak nitelenmesi demektir. Spor böyleceevrensel bir boyut da kazanmıştır (Yetim, 2000). Eğitim, toplumun bir üyesi olan her ferde, tam da toplumun bir üyesi olmasındandolayı dayatılan bir haktır. Toplum, bireye bu eğitim hakkını ve kendisine de bireylerieğitme hakkını tanırken, belli başlı amaçları ölçüt alır: kişilerin toplumsal değerlerikavramaları, bu değerlerin uygulanmasının, yaşanmasının ve yaşatılmasının teşvikedilmesi olarak özetlenebilecek ölçütlerdir bunlar. Dolayısıyla birey ile toplum,birbirleriyle sürekli bir etkileşim halinde bulunmaktadır. Sporun önemi de bu noktadabir kez daha ortaya çıkmakta, toplumun sürdürebilmesi için gerekli olan değerlerinoluşturulmasında ve bu değerlerin kalıcı hale getirilmesinde, spor, önemi bir roloynamaktadır. Sporun özündeki nitelikler sayesinde, kişiler spor vasıtasıyla psikososyal açıdan gelişir, sosyalleşir ve topluma uyumlu bir birey olma edimikazanırlar (Küçük; Koç, 2004).
            Althusser, modern sporun niteliklerini oluşturan ve bir anlamda da özünü teşkil eden ideolojileri, “bireysel rekabetçilik”, “şovenizm”, “milliyetçilik” ve “seks” olarak saptamaktadır (Erdoğan ve Alemdar). Ancak bu tip saptamalar sporun etkisiyle ortaya çıkan ya da spor ile birlikte ortaya çıktığı iddia edilen sonuçlara odaklanmaktadır. Şovenizm ya da cinsiyetçilik gibi olgular birer sonuç niteliği taşımaktadırlar. Ancak sporun bu gibi hususlara nasıl yol açtığına da bakmamız gerekmektedir.
            Spora, ortaya çıkan/çıkabilecek tüm olası olumsuzlukların tek nedeni olarak bakamayız fakat modern spor ile gerçekleşen bir kırılmayı ortaya koyabilmek üzere spordaki amacın içeriğinde yaşanan dönüşüme odaklanmamız gerekliliğini de ifade etmek zorundayız. Bu husus, sporda, sporun içerisinde taşıdığı değerler doğrultusunda yapılıyor olmasından uzaklaşılıp her ne olursa olsun kazanmanın yönlendirici bir ilke hâline gelmiş olması ile ilgilidir. Söz konusu dönüşümde, kapitalist üretim ilişki ve süreçlerinin spora da yansıyarak rekabetin ön plâna çıkıp, performansın ve hiyerarşinin baskın hâle gelmesi son derece etkilidir (Bambery, 2002). Tam da bundan dolayı sporun endüstriyelleşmesi gibi bir kavram ortaya atılmıştır. Ne olursa olsun kazanma tutumunun “endüstriyelleşme” kavramıyla açıklanmasının gerekçelerini ise şu şekilde sunmak mümkündür: Sosyolojik sonuçları ve etkileri bakımından sporun bir anlamda “üretim süreci” olması, bizi endüstriyelleşmenin seri üretim özelliğine götürmekte ve seri üretim ve onunla bağlantılı hemen her şeyin daha çok kâr, daha fazla kazanç, daha fazla verim için yapılır hâle gelmesini, spordaki fair play’in kaybolmasıyla benzetmenin yolunu açmaktadır.
            Hargreaves (1982), modern rasyonel endüstriyel üretim biçiminin sporda da tekrarlanıyor olmasını şu hususlarla açıklamaktadır: uzmanlaşma ve standardizasyonun aşırı artması, yönetim anlayışının bürokratikleşmesi ve hiyerarşik bir hâl alması, temel güdünün maksimum verimlilik olması, performansa niceliksel yaklaşım ve tüm bunların sağlanabilmesi adına doping ve şikeyi de içerecek şekilde birtakım yollara başvurabilmesi, ve de nihayetinde ise üreticiden de (yani sporu yapanlar ve yöneticilerden) tüketicilerden de (yani spor izleyici ve takipçilerinden) yabancılaşma. Hargreaves’in belirttiği tüm bu hususların “kazanma” amacının spor eyleminin de spordaki eylemlerin de neredeyse tek motivasyon kaynağı hâline gelmiş olması çerçevesinde döndüğünü ifade etmemiz mümkündür.
            “Kazanma” motivasyonuna bu derece yer ayırmışken sporda kazanmanın önemsiz bir şey olmadığını not düşmemiz gerekmektedir. Çalışmamız açısından “kazanma”ya yönelik eleştirel bakışımız, kazanma hedefine ulaşma uğruna yaptırımı olan ya da olmayan (ama özellikle de olmayan) kural ve değerlerin çiğnenebiliyor olmasıdır. Kazanmak tek amaç ve nihai üst belirleyen olduğu zaman spor, spor olmaktan uzaklaşmaktadır. Nitekim Bourdieu (1993) kurallara bağlı kalarak kazanma istencinin fair play olduğunu ve fair play’in, zaferi ne pahasına olursa olsun kovalama bayağılığının tamamen zıt kutbunda yer alan şövalyece bir yetenek olduğunu ifade etmektedir. Zaten demeliyiz ki fair play örneklerinin bu derece insanları şaşırtıp sevindirmesi ve de ek olarak bir de çeşitli kurum-kuruluşlar tarafından ödüllendirilmesinin nedeni, bizlere kazanmanın her şey olmadığını göstermesi, hatırlatması ve kanıtlamasıdır. Fair play’den, âdilce oynamaktan uzaklığımız ölçüsünde fair play ödüllendirilmekte ve takdir edilmektedir çünkü fair play tamamen ortadan kalkarsa spor da artık spor olmaktan çıkacaktır. Nitekim Şahin (1998), spor yapmanın bugün kaybedilmiş bir değer olduğunu, sporun kurallarının kazanmaya kilitlenmiş olmasına dayanarak iddia etmektedir. Buna göre sporun misyonu değişmiştir ve “her ne olursa olsun kazanmalıyım”, “kaybetmek her şeyin sonudur” mantığı işlemeye başlayarak başarıya giden yolda her türlü çirkin girişim(şike, doping, şiddet)” olağan sayılır hâle gelmiştir (Şahin, 1998).
            Sporda, ama özellikle defutbolda her ne pahasına olursa olsun kazanma arzusu, herhangi bir hedefe ulaşmak uğruna kimi toplumsal değerlerin çiğnenebileceğini göstererek örnek olması bakımından toplumsal açıdan sakıncalı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şahin (1998) de haklı olarak şu soruyu sormaktadır: “… sporcular, spor ahlâk ilkelerine uygun tutum içinde olmadıkları zaman, olumsuz sonuçların daha geniş toplumsal olaylara yol açacağının, toplumu dönüştüren bir etkinlik içinde olduklarının bilincinde midirler?”işte bu noktada “ahlâksızlığı meşrulaştırma” (Gürpınar, 2015) kavramını öne çıkarmamız gerekmektedir. Ahlâksızlık, menfaat uğruna, bir hedefe ulaşmak uğruna hakeme yalan söylemenin, topun kim tarafından çıktığının dürüstçe belirtilmemesinin kabul edilebilir görülmesi yoluyla meşrûlaştırılmaktadır (Bandura, 1999). İşte böyle bir meşrûlaştırma mekanizması, spordan topluma doğru gerçekleşen olumsuz bir değer transferi olma işlevini de görebilmektedir. Burada bir örnek teşkil etme durumu söz konusudur. Bunu profesyonel spordaki ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasının amatör spora yansıması yoluyla toplumsal etkide bulunması biçiminde düşünebiliriz öncelikle. Mahallede ve ilk ve orta öğretimdeki müsabakalarda ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasının çocuklarda yerleşiklik kazanması, kişiliğin bu yönde belirlenmesine neden olabilmektedir. Bunun haricinde ise spor takipçileri, izledikleri müsabakalarda ahlâksızlığın meşrûlaştırıldığını görerek hayatlarının herhangi bölümünde karşılaştıkları ahlâksızlıkları normalleştirme yoluna gidebilecekler ve hatta böyle uygulamalara kendileri de imza atabileceklerdir.
            Ahlâksızlığın meşrûlaştırılması konusu için Gürpınar’ın (2015) belirtmiş olduğu “avantajlı karşılaştırma” kavramına da başvurabiliriz. Bu kavram, “kınanması gereken suç teşkil eden davranışların önemsizmiş gibi gösterilmesi”ne (Gürpınar, 2015) gönderme yapmaktadır. Ahlâksızlığın meşrûlaştırılmasına benzer bir mekanizma işlemektedir burada da. Daha kötü olan örneğin gösterilerek, belli bir davranışın daha kötü olan davranıştan daha iyi olması iddiasıyla belli bir normalleştirme söz konusudur. Örneğin argo dil, fiziksel şiddetin daha kötü seçenek olduğunun öne sürülmesi yoluyla normal ve meşrû gibi gösterilebilmektedir (Boardley; Kavassanu, 2001). Bu durum, toplumsal ilişkilerde de benzer bir normalleştirme mekanizmasının ortaya çıkmasına ya da var olan bir normalleştirmenin doğal sayılıp yerleşiklik kazanmasına hizmet edebilecektir.
Sonuç
Spor tam da bu noktada belli bir ağırlıkla devreye girmektedir. Çünkü spor, her şeyden önce bir oyundur. Oyunların en temeldeki amaçları ise, eğlence ve kaynaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani oyun, başlı başına bir doğru sosyalleşme yöntemi işlevi görmektedir. Spor, içerisinde rekabet, kazanma hırsı, başarı için ahlâksızlığın meşrûlaştırılması gibi değişkenleri barındırsa da ana amaç centilmenlik, keyifli vakit geçirme, dayanışma gibi nitelikler olduğundan, olumsuz olarak nitelendirilebilecek değişkenleri doğası gereği gölgede bırakmaktadır. Sporun doğasındaki bu olumsallık, sporu değerleri/etik unsurları öğretmede elverişli bir araç konumuna yükseltmektedir. Diğer yandan hem bedensel hem de zihinsel gelişime sunduğu katkılar göz önünde bulundurulduğunda, spor diğer bütün yöntemlerden bir adım daha öne çıkmakta ve kendisini hemen her konuda faydalı bir araç olarakdayatan mertebeye erişmektedir.
Sonuç itibariyle spor, kişilerin değerler/etik unsurlar kazanmasında oldukça önemli bir role sahiptir. Günümüzde sporun sürekli evrimleşerek geldiği nokta ise bu sınırları aşmıştır. Spor, bir araç olmanın ötesine geçip, kişilerin kendilerini gerçekleştirmesi ve süreklilik arz eden kaliteli bir yaşama kavuşabilmesi açısından bir amaç konumunu da işgâl etmeyi başarmıştır. Özellikle gelişen teknolojiyle birlikte yaygınlık kazanan medya araçları, reklam sektörü, sponsorluk anlaşmaları ve bunlara benzer alanların vaat ettiği astronomik ücretler, sporun seyrinin; takımların, sporcuların ve seyircilerin ise spora bakışlarının tamamıyla değişmesine neden olmuştur.
            Sporun, en temelinde bir oyun olduğu ve her oyunun doğası gereği olumsuzluğu gölgede bırakan niteliği deformasyona uğrama yönünde evrimleşmeye başlamış, zirveye çıkmak ve orada kalmak ne pahasına olursa olsun birincil amaç hâline gelmiştir. Bu durumun müsebbibi ise tartışılmaz biçimde sporun endüstriyelleşmesi ve asıl niteliğini yitirerek bir pazar hâlini almasıdır. Söz gelimi yıldız bir futbolcu, maçın belli bir noktasında sonra sakatlanma korkusuyla mücadeleyi bırakabilmektedir. Kişisel olarak yapmış olduğu sponsorluk anlaşması, takım arkadaşlarının emeğinden, aylar süren antrenmandan, seyircilerin taleplerinden daha ağır bastığı için böyle bir tutum takınan sporculardan müteşekkil spor dünyasının varlığı, sporla kazanılan/kazandırılan onca olumsallığı bir nevi çöpe atmayı beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla sporun geldiği nokta, onun artık bir değerler/etik unsurlar eğitimi için elverişli bir araç olmasını mümkün kılmamaktadır. Hemen her konuda olduğu gibi, endüstriyelleşme, bu alanda da kişisel ve toplumsal ahlâkı paranteze aldırmayı başarmış ve sporun kişilere vaat ettiği birçok değerin üzerini örtmüştür. Bu noktadan sonra sporun değerler/etik unsurlar kazanmada/kazandırmada üstlendiği işlevsellik tartışmalı hâle gelmiştir. Sporun toplumsal değerlerin üretilmesine, öğrenilmesine ve kanıksanmasına sunduğu katkıyı endüstriyel sporun baltaladığını ifade etmek, artık mümkündür.














Kaynakça
AMMAN, M. T. (2000), “Spor Sosyolojisi”, Sporda Sosyal Bilimler, H. Can İkizler(ed.), İstanbul: Alfa Yayınları, s. 85-149.
ARIPINAR, E., DONUK, B. (2011), Spor Yönetim ve Organizasyonlarında Etik Yaklaşımlar, Ankara: Ötüken Neşriyat.
BANDURA, A. (1999). “Moral Disengagement in the Perpetration of Inhumanities”, Personality and Social Psychology Review, Sayı: 3, Cilt: 3, s. 193-209.
BİLGİN,N.(1995),Sosyal Psikolojide Yöntem ve Pratik Çalışmalar, İstanbul:Sistem Yayıncılık.
BOARDLEY, I. D., & KAVASSANU, M. (2007). “Development and Validation of the Moral Disengagement in Sport Scale”, Journal of Sportand Exercise Psychology, Cilt: 29, Sayı: 5, s. 608-628.
BOURDİEU, P. (1992), Sociology in Question, translator Richard Nice, London: Sage Publications.
BRADSHAW,Y.,HEALEY,J.F., SMITH,R. (2001). Sociologyfor a New Century, PineForgePresss.
BAYAR, P. (2003),“Spor Yapan ve Yapmayan Bayanların Kişilik ÖzelliklerininKarşılaştırılması”,Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:14, Sayı: 3, s. 133-143.
BAMBERY, C. (2002), “Marksizm ve Spor”, Birikim, sayı: 158, s. 82-93.
COAKLEY, J. (2001), Sport in Society: Issues and Controversies, Seventh Edition, New York: The McGraw-Hill CompaniesInc.
DEMİRBOLAT, Ayşe (1988), Toplum ve Spor, Ankara: Kadıoğlu Matbaası.
DEMİRHAN, G. (2014), “Sportif Değerler ve Eğitimi”, Toplum ve Hekim, Cilt: 29, Sayı: 5, Eylül-Ekim 2014, s. 351-355.
DÖKMEN, Ü. ( 2002),Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak, İstanbul: Sistem Yayıncılık
ERDEMLİ, A. (2008), Spor Yapan İnsan, İstanbul: E Yayınları
ERDOĞAN, İ., ALEMDAR, K. (1994), Dünyanın Çarpık Düzeni: Uluslararası İletişim, İstanbul: Kaynak Yayınları.
ERKAL, M. E., AYAN, D., GÜVEN, Ö., (1998), Sosyolojik Açıdan Spor, Üçüncü Basım, İstanbul: Der Yayınları.
FICHTER J. (1990), Sosyoloji Nedir, çev. Nilgün Çelebi, Konya: Selçuk Ü. Yayınları.
Ankara Üniversitesi Spor Bil Fak, 2015, 13 (1), 57-64
GÜRPINAR, B. (2015), Sporda Ahlaktan Uzaklaşma Ölçeği Kısa Formunun Türk Kültürüne Uyarlanması:Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: s. 57-64
GRÖSSİNG, S. (1991), Beden-Spor-Hareket “Spor Pedogojisinin Temel Kavramları, Bedensel Eğitimin Anlam Değiştirmesi”,1. Eğitim Kurumlarında Beden Eğitimi ve Spor Sempozyumu,Milli Eğitim Bakanlığı Okul İçi Beden Eğitimi Spor ve İzcilik Dairesi Başkanlığı,(çev. Adnan Orhon, Metin Sayın), İzmir: Milli Eğitim Basımevi.
HALSTEAD, J. M., TAYLOR, J. M. (1996), Values in Education and Education in Values, London: The Falmer Press.
HARGREAVES, J. (1982), “Theorising Sport: An Introduct”, Sport, Culture, and Ideology, Jennifer Hargreaves (ed.), London: Routledge, Kegan& Paul, s. 1-29.
İMAMOĞLU, A.F. (1992), "İkibinli Yıllara Doğru Türk Sporu Üzerine Bazı Gözlemler", Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1, s. 9-10.
KANT, I. (1982), Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. Ioanna Kuçuradi, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
KERKEZ, F. İ. (2012), “Sağlıklı Büyüme İçin Okulöncesi Dönemdeki Çocuklarda Hareket ve Fiziksel Aktivite”,Spor Bilimleri Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 1, s. 34-42.
KURT, Metin(2004), “Spor-Toplum ve Ötesi”, Özgür Üniversite Forumu, Sayı: 25, Ocak-Mart 2004, s.131-140.
KÜÇÜK, V. ve KOÇ, H. (2004),“Psiko-Sosyal Gelişim Süreci İçerisinde İnsan ve Spor İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 10, s. 131-141.
MENGÜŞOĞLU T. (1983),Felsefeye Giriş, İstanbul: Remzi Kitabevi.
MUTLU, Erol (1996), “Avrupa’yı Salladık, İngiltere’yi Sarsacağız: Futbol, Milliyetçilik ve Şiddet”, Cogito, Sayı: 6-7: Şiddet, Kış-Bahar.
ONBAŞLI, Ü. (2002), “Etik, Ahlak ve Değerler”, US Düşün ve Ötesi, Yaz 2002, s. 168-172.
Özgüven, İ. E. (1994),Psikolojik Testler,Ankara: Psikolojik Danışma,Rehberlikve Eğitim Merkezi.
ŞAHİN, M. (1998), Spor Ahlakı ve Sorunları –Felsefi Bir Çalışma–, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
TALİMCİLER, A. (2015), Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu, İkinci Basım, Ankara: Bağlam Yayıncılık.
YETİM, A. A. (2000), “Sporun Sosyal Görünümü”     , Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, Cilt: 4, Sayı:1, s. 63-72.